BAĞIMSIZ AYLIK GAZETE

 

BAŞSAYFA

HABERLER

YAZARLAR

POLİTİKA

KÜLTÜR-SANAT

BİLDİRİLER

BİLGİ HAZİNESİ

TARİHTE KALAN

 

Ağca Kim?

Cumali Uyan

Cevabını ben vereyim. Bugünkü canlı bombacılardan hiçbir farkı olmayan, kişiliği elinden alınmış, gözü döndürülmüş, Malatya’nın Hekimhan kazasına bağlı, dağlık bir bölgeden fakir bir köylü çocuğu, bir tetikçi, ondan başka da hiçbir şey değildir. Boşu boşuna bir caniden keramet ummak gerekmiyor. Onun birçok şey bildiğini gazetelerde yazıp çizmek gerçekleri ters-yüz etmekten veya canileri yüceltmekten onların propagandasını yapmaktan başka bir şey değildir.

Çeyrek asırdır kafaları bulandırmaktan başka bir işe yaramayan bu tür cellatları yakından takip eden birisi olarak işin geçeğini şöylesine bir mercek altına alalım. Bu şahıs, Oral Çelik, Hikmet Ateş, İt Ömer lakaplı, ama bu lakabıyla da övünen ve öğretmen Mehmet Yılmaz’ın katili diye bilinen birisi, Murat Menteş, Namık Durhan  derken tam 80 – 100 kişilik ülkücü bir gurup sabahtan akşama kadar Malatya’nın bir başından girip öbür başından çıkıyorlardı 1977 – 1980 yılları arası. Adamların insanlara saldırmaktan başka işi gücü yoktu. Amaçları memleketi “gominislerden” korumak, faşist şeflerini iktidarlara taşımaktı.

O sıralarda benim Malatya’da yayınlamakta olduğum günlük Doğu EKSPRES adlı yerel gazetemle birlikte, toplam üç gazete vardı. Bunlardan da övünmek gibi olmasın, hem nicelik ve hem de nitelik bakımından en büyüğü ve iyisiydi çıkarmakta olduğum gazete. Oldukça tarafsız bir politika izlemekte olduğum, mümkün olduğu kadar objektif bir yayıncılık yaptığım halde beni ve gazetemi sola yaftalamaya çalışıyorlardı. Diğer gazeteler onların saldırılarını korkudan veya ikiyüzlülüklerinden dolayı görmezlikten geliyorlardı. Bu nedenle de kısa bir sürede onlara karşı boy hedefi durumuna geldim. Bir gün bunların hepsi gazete matbaam ve büroma gelerek hesap sormaya kalkıştılar. Tehditlere boyun eğmeyeceğimi anlayınca fazla üstelemediler.

Bu guruptan Oral Çelik hem Ağca’yla beraber Abdi İpekçi cinayetinde, hem Papa’ya suikast girişiminde bulundu ve hem de Malatya’da Eğitim enstitüsünde felsefe öğretmeni Muzaffer Yıldırım’ın katili olarak kaçıp kayıplara karışmıştı. En azından beş – altı kişinin katili (ama, polisçe bir türlü yakalanamayan) Murat Menteş, yeniden bir kurbanını avlamak üzereyken kendisi avlandı ve eli belindeki tabanca üzerindeyken alnından tek kurşunla vurularak öldürüldü. Çünkü öldürmeyi hedeflediği şahıs, daha da atik davranmış ve ceketinin iç cebinden tabancasına el attığı gibi, cepten çıkarmadan tetiği çekerek keskin nişancı bir militan olarak silahını ateşlemişti.

Yine bu guruptan birileri eski jandarma genel komutanı Eşref Bitlisli’nin Malatya belediyesinde mühendis olarak çalışan yeğeni Erhan Bitlisli’yi tabancayla vurarak öldürmüştü. Gurubun içine elinde cumhuriyet gazetesiyle tesadüfen düşen ve solcu olduğuna inandıkları vali muavini Fahrettin Ölmez’e biri dokunarak, sanki görmeden çarpışmış gibi bir numara yapmış ve elindeki gazeteyi yere düşürmüştü. Sıradan halktan birisinin elinde bir cumhuriyet veya milliyet gazetesini görünce, öldüresiye saldırıyorlardı. Halktan birkaç kişi biraraya gelse, polis izinsiz yürüyüşten dolayı saldırıya hazırken bu ülkücü guruba hep göz yumuyordu.     

Bu cellatlar gurubu şehrin ana caddesindeki bir yaya kaldırımından giderken, karşı kaldırımdan gelmekte olan 50 – 60 kişilik Gazi Lisesi öğrenci grubuyla karşılaşınca biribirine sataşmışlar, 17 ve 16 yaşlarında iki lise öğrencisinin kafalarına kurşun sıkarak öldürmüşlerdi. Ağca’nın içinde bulunduğu bu gurubun içinden katiller aranmıyor, tersine Lenincilerle Maocuların çatışması biçiminde olay lanse ediliyor ve polis sahte bir katil yakalayarak mahkemeye sevkediyordu. Diğer cinayet sanığını da ismen tespit edesiymiş ekabirler. Sonradan uydurulmuş bir senaryo olduğunu anladım. Görgü tanıklarının ifadelerini çağdaş hukukçular derneği başkanı bir avukat ve bir dönem DSP’den Malatya milletvekili olan Mustafa Yılmaz, TÖB-DER il başkanı Murtaza Çevik ve Mimar-Mühendis odaları Malatya İl başkanının huzurunda yazılı ve tasdikleyerek alıp yayınladım. Bunun üzerine asıl katillerin yakalanarak cezalandırılmalarını yayınladığım haber üzerine sağlamış oldum. 24’er yıl hapse mahkum olan ülkücü katillerden biri Şerif Yıldız, biri de daha sonradan bir dönem MHP’den Malatya milletvekilliğine seçilen Namık Durhan idi. 8 – 10 yıl kadar yattıktan sonra rüşvet müşvet derken salıverilmişler ve adliyedeki sabıka dosyalarını da hokus, pokus deyip her ne hikmetse temizleyivermişler.

Türkeş’in devlet bakanlığı döneminde (MC hükümeti) kendi bakanlığı bünyesindeki Atom Enerjisi Araştırma Merkezinde üretilen paket bombayı Malatya belediye başkanı Hamit Fendoğlu’na (Hamido) göndererek Hamido’yu ve onunla beraber iki torunu ve gelinini de katlettiler. Polis bombanın Ankara’dan yollandığını ve sözü edilen araştırma merkezinde üretildiğini saptamış olsa da, burada görevli 37 ülkücüden hangisinin eliyle yapıldığını tespit edemedi.

Evren cuntası döneminde Malatya’nın bu Hamido suikastı sırasında ülkü ocakları il başkanı Kemal Deniz içeriye alınarak, kendi deyimiyle 40 gün işkenceden geçirilmiş ve polisçe paket bombacının adı zorbalıkla bulunmaya çalışılmış. Ama nafile. Hamido suikastı bahane edilerek şehrin yakılıp yıkılmasına neden oldular ülkücüler. Saldırı hedefi olan 550 kadar dükkan ve işyerinin başında benim gazete matbaam ve büromuz olmuştu. Çünkü saldırıya geçmeden önce birisi megafonla ülkücü saldırganlara hedefler göstermiş. En başta bizim Kışla caddesindeki gazete matbaamız ismen söylenerek hangi sokak veya caddelerin ve hangi mahallelerin saldırı hedefi olması işaretini vermişti.

Birkaç ay sonra ülkücü katil Namık Durhan’ın babası solcuların saldırısı sonucu katledilmişti. MHP Yeşilyurt ilçe başkanı olan katilin babası Alişan Durhan parti ilçe teşkilatının içinde taranarak öldürülmüş ve MHP ilçe teşkilat da tahrip edilerek herşeyi pencerelerden aşağıya atılmış. Ölüsünün cebinde öldürülmesi gerek şahısların isim listesi bulunmuştu. İşi bitirilenlerin üstüne bir çarpı işareti konduruvermişti

Daha sonra saldırı sırası bana da geldi. O sırada gazetecilik mesleğimin yanısıra Malatya İl Turizm ve Tanıtma müdürü idim. 17 mayıs 1979 günü akşama doğru eve gitmekte iken ülkücü bir tetikçiyi sokağın bir köşesine dikmişler. İki metre mesafeden bana beş tane kurşun sıkarak kaçtı. Elbette hayati tehlikem olacak denli ağır yaralandım. Yere düşmedim. Ama bir barsağım delinmiş. Ameliyatla kesip diktiler. Çok kan kaybına uğramış olsam da demek halk deyimiyle daha yeyip içeceğimiz varmış. Hayatta kalabildik.

İki ülkücü saldırganı Süer Kalkan adlı bir avukatı vurmaya yollamışlar. Bürosundan inip arabasına yönelince çapraz ateşe tutmuşlar. İlk atılan bir iki kurşun avukata değmeyince avukat Süer kendi belindeki ruhsatlı tabancasını çekip ateşleyince, tek kurşunla saldırganın birini kafasından vurarak öldürmüş. Diğeri de korkup kaçmıştı.

Bir defasında beş bin kadar ülkücü “katil Ecevit, katil iktidar” diye bağıra çağıra matbaa ve gazete yönetimimizin önünden (Kışla Caddesi) aşağıya hükümet konağına doğru izinsiz yürüyüşte iken, karşılarına 50 – 60 kişi kadar olduklarını tahmin ettiğim bir toplum polisi gurubu geldi. Başlarındaki emniyet müdürü Selim Ayışıl “dağılın ulan o. çoc....ları! dedi ve emrindeki polislere “dağıtın bu piçleri” dedi. Bunun üzerine polisler, kafalarının üzerinde kurşunlar yağrırınca, korkularından kafalarını sokacak delik aradılar ve bir anlığına buharlaşarak yok oldular.

Sonuç mu?

İnsanlara zarar vermekten başka bir şey bilmiyorlardı. Ve hala da bilmiyorlar. Birileri onları parmağında oynatıyordu, hedef göstererek sağa sola saldırttıyordu. Kafaları örümcekleştirilmişti hepsi bu kadar. Sovyet gizli haber alma servisi KGB’ymiş, Bulgar gizli servisiymiş, adına çalışması, tetikçilik yapması. Yok öldürülen İtalyan yargıcı Orlandi’nin katillerini bliyormuş, bunu sen küllahıma anlat. Kökü ülke dışında olan mihraklarmış. Kendini İsa yerine koymakmış. Tüm bunlara kargalar bile güler. Aklımızı başımıza devşirelim, iş içinden iş çıkarmayalım.

Olan yaktıkları canlara oldu. Bir anlık erkekliğe karşı 25 yıl boyunca zindanlarda kendi hayatını çürüttü bu cellat. Nice canlar yaktılar. Yaktıkları canlarla birlikte onların hayatta kalabilen yakınları da ömür boyu öldü, dirildi. İşte şairin dedği gibi “budur ol hikayet, ol kara sevda.”